Loader

1+1=199 TL İndirim Kodu: Love 1+1=199 TL İndirim Kodu: Love

Hayatın Tüm Kontrastlarını İçinde Topla Ve Onu Tüm Yönleriyle Yaşa

DAMLA SÖNMEZ 

Tiyatro, sinema ve televizyonda farklı karakterlere bürünen Damla Sönmez’in kocaman bir dünyası, dolayısıyla anlatacak çok şeyi var. Hikayeyi karakterlerin ağzından dinlemek isterseniz onları izlemeye, kendi ağzından dinlemek isterseniz bu satırları okumaya bekleniyorsunuz. 


Damla, tiyatro kökenli bir oyuncu olarak sinema ve televizyona nasıl bakıyorsun?

Hepsinin üretim süreci ve seyirciyle buluşması birbirinden çok farklı. Tiyatroda uzun ve sıkı bir prova süreciniz oluyor, takım arkadaşlarınız ve yönetmeninizle anda ortaya ne çıktığına bakıp, çıkanı en ala hale getirmeye çalışıyorsunuz. Oyun, seyirciyle buluşmaya başladıktan sonra bile devinmeye devam ediyor. Bugüne kadar en çok sinema tecrübem oldu. Başı sonu belli olan bir hikayede, önünüze bir yapboz veriliyor ve siz ince ince işleyerek tüm detaylarıyla bir hikaye anlatıyorsunuz. İkisinde de açık bir yürek ve zihinle yaklaşmak, aynı hayatta da olduğu gibi, çok önemli ama sinemada ekstra olarak bir de şöyle bir durum var; yönetmen/yazar sizi hayaline ortak ediyor. Günün sonunda kurgu masasında onun görmek istediği hal ortaya çıkacak. Bu sebeple aynı sayfada, aynı notada olmanız çok önemli. Bunun için de sıkı bir ön hazırlık ve prova süreci gerekiyor. Prova zamanı her şeye hakim olunduğu derecede sette kendini bırakabiliyor, teslim olabiliyor oyuncu. Bir de sinemada anlattığınız hikaye eğer uluslararası alanda da yer bulabiliyorsa kendine, sinemanın, hikaye anlatıcılığının evrensel, birleştirici yönünü çok net hissedebiliyorsunuz. Kıta, kültür, dil, inanç demeden o kadar benzer ki insanlığın dertleri. Televizyon projeleri ise Türkiye’de inanılmaz bir hızla üretilen ve tüketilen“İnternet, sizin gerçekliğinizi sizin için çoğaltan bir alan. Siz neyle ilgilenip, hangi bağlantılara tıklayıp, hangi sitelerde geziyorsanız size benzer içerikler toparlayıp önünüze getirmeye başlıyor. Echo Chamber etkisi deniliyor buna. Bu durumla ilgili uyanık olup, kendi disiplinimizi kurmamız önemli.” projeler. Oyuncu olarak bana yıllarca şahane bir pratik alanı sağladı. Sahneyi çekip, “bir hafta sonra ne olmuş, sahneyi canlandırırken neredeydim, ne hissediyordum, ekrandan yansıyana ne kadar ne katabilmişim”i hemen takip edebilmek, geliştirici bir tecrübe. Ancak tüm ekipler için zorlayıcı bir alan televizyon. Haftada 140 dakika bant teslim ediliyor kanallara. Bu da aslında daha fazla reklam kuşağı alabilmek için kanalların karşılıklı rekabetiyle oluşan ve çalışanları oldukça zorlayan bir durum. Zaman içinde daha insani şartlara döneceğiz. 


Bugüne kadar seni en çok zorlayan ama bir o kadar da heyecanlandıran rol hangisi oldu?

Her karakter apayrı benim için. Hepsinde çok keyif aldığım anlar da var, çok zorlandığım anlar da. Hatta en zorlandığımı, zorlanacağımı düşündüğüm anların üstesinden geldiğimde ortaya çıkan keyif ve tatmin, bambaşka. Oyunculardan kendilerini korkutan rollerin üstüne gittiklerini duyduğumda tuhaf bulurdum bunu. Sonra kendimin de öyle yaptığını fark etmeye başladım. Sizi korkutan, yargıladığınız durumun içinde kocaman bir hediye saklı oluyor genellikle. 


Sinema ve televizyonda, oyunculuk performansı dışında mutfakta da yer aldın. Yapımcılık ve senaryo deneyimlerin nasıldı? 

Ortak bir dertle dertlendiğin insanlarla, baktığınız pencereleri karşılaştırıp, birlikte hikaye anlatmak çok keyifli. Yapımcılık yaparken kreatif tarafta yer aldım, hikaye sahibinin anlatmak istediği hikayeye bir dış göz olmak, üretimine katkıda bulunmak, tartışmayı, fayda sağlayan, geliştiren tartışmayı öğrenmek... Tüm süreci çok geliştirici buluyorum. 


Peki internet yayıncılığı hakkında neler düşünüyorsun?

Neyin peşine düştüğümüzün sorumluluğunu almamız gereken bir alan olduğunu düşünüyorum. İnternet, sizin gerçekliğinizi sizin için çoğaltan bir alan. Siz neyle ilgilenip, hangi bağlantılara tıklayıp, hangi sitelerde geziyorsanız size benzer içerikler toparlayıp önünüze getirmeye başlıyor. Echo Chamber etkisi deniliyor buna. Bu durumla ilgili uyanık olup, kendi disiplinimizi kurmamız önemli. 


Set, seni mutlu eden bir yer mi? En ilginç set deneyimini hangi projede yaşamıştın?

Bazen çok yorucu, bazen çok ilham verici. Çoğunlukla sancılı... Üretmek zaten keyifli olmasının yanında sancılı bir eylem. Bu sancıyı iyi ya da kötü diye yargılamadan; içinden geçtiğimiz süreç bize hediyelerle dönüyor. Sibel filmini çekerken yaşadığımız coğrafyanın bizimle birlikte değişip, farklı hallere bürünmesi enteresandı. Doğa, kendi istediği gibi yönlendirdi filmi bir anlamda. 


Hayatta kontrastların birbirini tamamladığına, bir diyalog başlattığına inanıyor musun?

Tabii ki. Hatta öbür türlüsünde birbirimizi onaylıyoruz belki de sadece. Yeni bir fikir çıkması pek mümkün olmuyor. Buğday Derneği’nin üyelerinden çok kıymetli Güneşin Aydemir, biyolojideki kenar etkisini anlatmıştı. Yaşam ve verimlilik farklı ortamları birbirinden ayıran kenarlarda, sınırlarda çeşitleniyor. Bunu insan ilişkilerine hemen uyarlayabiliriz. Birbirimize korkmadan, merakla yaklaştığımızda, başlayacak olan diyaloğun hediyeleri her taraf için o kadar fazla ki. Çocuk gibi merakta kalmak, o merak ve ilgi haline dünyanın, geçmişimizin bize öğrettiği yargılardan, dolayısıyla endişelerden uzak özgürce girip çıkabilmek. Dünya için de kendim için de en büyük temennilerimden biri bu. 


Yeni bir projeye girerken ilk olarak neye bakıyorsun?

Hikaye en önemli etken. Daha sonra karakteri incelemeye başlıyorum. Ne kadarını anlıyorum, ki anlatabilmek için anlayabilmem gerekiyor, ne kadar kendimdekinden katabiliyorum, ne kadarını öğrenmem gerekiyor... Bunlara bakıyorum. 


Oyunculuğu canlandırdığın karakterler arası bir seyahat olarak tanımlar mısın? Bu bağlamda her seyahatte kendinle biraz daha iyi tanıştın mı?

Kendimi daha iyi tanımamı sağlayan karakterler oldu tabii ki. Bir de insan sürekli değişen bir yaratık. Her karakter, yeni bir insan tanımak gibi. 


Gücünü en çok ne zaman ya da ne yaparken hissediyorsun?

Zorlandığım ufak şeyleri yapabildiğimde. Sabahları uyanmakta zorlanıyorum mesela bir süredir. Kendimi yataktan çıkarıp, sokağa yürüyüşe çıkabildiysem, o yürüyüşü bitirdiğimde kendimi süper kahraman gibi hissediyorum. Ufak tefek şeyler aslında bizi en çok zorlayan, yaptığımızda bize iyi geleceğini bildiğimiz ama harekete geçemediğimiz şeyler... Ciddi, büyük ve zor durumlarda hepimiz nasıl hareket alacağımızı, kime nasıl iyi geleceğimizi biliyoruz zaten. İnsan, sığ sularda daha kolay boğulabiliyor. 


İçinde birden fazla kişilik/renk barındırdığına inanıyor musun? Bu çok seslilik sana, hayatına ve mesleğine neler katıyor?

Hepimizin farklı farklı esmaları var. Ve o esmalar hepimizde var! Hayat aslında bir durumun en iyi hale gelmesi için sevgiyle, ışıkla, dürüstlükle o esmaların hangisini, hangi durumda, hangi yoğunlukta ortaya çıkarman gerektiğini öğrendiğin bir yol gibi. Bu insan anlamaya çalışmanın faydasını, oyunculukta da tabii ki görüyorumdur. 


Çocukluğunda en büyük hayalin neydi?

Oyuncu olmak ve kalabalık bir aile. 


Şu sıralar ne üzerinde çalışıyorsun? 

Saygı’nın ikinci sezonunun çekimlerini tamamladık. O3 ile Show TV için Aziz isimli bir diziye başlıyoruz Zeynep Günay Tan ile. Keyifli bir sezon oluyor. 


Kendine nasıl keyif alanları yaratıyorsun?

Sabahları erken kalkıp o sessizlikte bir şeyler okuyup yazmak çok iyi geliyor. 


Bizimle hayatından çıkardığın bir “ama”yı, ardından eklediğin bir “&” paylaşır mısın?

“Ama”nın kendisini çıkarmaya çalışıyorum. Hayat, “ve üstüne ve” ile çok daha keyifli. 


Kitlelere ulaşmanın en büyük keyfi nedir?

Hikayeler benim için her zaman ufuk açıcı oldu. Bir hikaye okuduğumda, bir film izlediğimde oradaki benzerlikler ya da farklılıklar hayatla ilgili bir çok şeyi sihirli bir değnek gibi dönüştürdü, kolaylaştırdı, değiştirdi. Birilerine dokunabiliyor, hayat yolculuklarında anlattığımız hikayelerle ufak da olsa değişiklikler yaratabiliyor olmak çok keyifli. İnsan, anlatarak ve dinleyebildiği ölçüde çoğalıyor. Kendi adıma hikayelerden aldığım desteğin, ilhamın, birazını bile anlatmaya ortak olduğum hikayelerle insanlara verebiliyorsam, ne mutlu bana